Uzun zamandan beri okuma güçlüklerinin tanımlanmasında üç kavramın merkezi konumda olduğu görülmektedir. Bu kavramlar:
Beklenmedik düşük başarı,
Okuma güçlüğünün içsel doğası,
Özgüllüktür (Fletcher vd., 2007: Spear-Swerling, 2015; Stanovich, 1996).
Beklenmedik düşük başarı, okuma güçlüğü olan öğrencilerin okuma başarısızlıklarının diğer yetersizliklerin (örneğin, işitme yetersizliği veya zihinsel yetersizlik) yanı sıra çevresel nedenlerden kaynaklanan faktörler, etkili öğretimin sağlanmaması ya da yeterli eğitim fırsatlarının sunulmaması gibi nedenlerle açıklanamayacağı fikrini içermektedir. Ek olarak okuma güçlüğü aynı zamanda içsel faktörlere (örn., genetik ve nörobiyolojik faktörler gibi) bağlı olarak görülür, yani yetersiz öğretim gibi dışsal faktörlerden değil okuma güçlüğünün gerçek nedeninin öğrenme güçlüğünden kaynaklandığı varsayılır. Yetersiz öğretim veya uygun eğitim fırsatlarının olmayışı okuma güçlüğünün şiddetini artırabilir. Ancak genetik veya nörobiyolojik nedenlerden kaynaklanan öğrenme güçlüklerinin dışında bu tür dışsal faktörlerden kaynaklanan okuma güçlükleri, alandaki mevcut otoritelerin büyük çoğunluğu tarafından okuma güçlüğünün gerçek nedeni olarak kabul edilmemektedir. Okuma güçlüğü tanımının merkezinde yer alan diğer bir kavram ise özgüllük kavramıdır. Bu kavram en sade haliyle okuma güçlüğü olan öğrencilerin beklenmedik güçlü ve zayıf yönlerinin olabileceği anlamına gelmektedir. Diğer bir ifade okuma güçlüğü bireye özgüdür ve her bir bireyde farklı şekillerde görülebilir. Özgüllük hipotezine göre, okuma güçlüğünü bilişsel alanların tamamında meydana gelen bir yetersizlik olarak genellemek çok doğru bir yaklaşım değildir. Bu nedenle okuma güçlüğünün hem akademik hem de bilişsel alanların bir veya birkaçında meydana gelen işleyiş bozukluğundan kaynaklanabileceğini ifade etmek daha doğru olacaktır. Buradan çıkarılabilecek sonuç nörolojik işlevlerdeki işleyiş bozukluğunun bilişsel işleyişin tamamını değil, bazı bölümlerini seçerek olumsuz etkilemesidir. Okuma güçlüğü için, özgüllük oldukça çetrefilli bir kavramdır çünkü kelime tanıma gibi nispeten sınırlı bir alanda yaşanan güçlükler, okuryazarlığı ve genel akademik işleyişi önemli derecede etkileyebilir. Örneğin, kelimelerin hatalı okunması, okuma hızının yavaşlamasına ve okuduğunu anlamanın zayıflamasına neden olabilir ve bu da yetkin okuma becerisi gerektiren birçok akademik alandaki performansı etkileyebilir. Bununla birlikte, okuma güçlüğü olan öğrenciler genellikle, zayıf okuma becerilerinin aksine belirli akademik alanlarda (örn., matematik veya kelime bilgisi gibi) ve uyum becerilerinin çoğunda veya tamamında (örn., sosyal beceriler ve giyinme becerileri gibi) güçlü yanlara sahip olabilirler (Compton vd., 2012).
Okuma güçlüğü genel olarak, daha geniş ve daha kapsayıcı olan öğrenme güçlüğü terimi içerisinde sınıflandırılmaktadır. Öğrenme güçlüğünün, dinleme, konuşma, okuma, yazma, muhakeme/akıl yürütme veya matematiksel becerileri edinme ve kullanmada meydana gelen güçlüklerle birlikte birbirinden oldukça farklılık gösteren heterojen bir grubu temsil etmesi nedeniyle okuma güçlüğü, öğrenme güçlüğü kategorisi içerisinde yer almaktadır. Amerika’da özel eğitim hizmetlerinden yararlanan öğrencilerin yarısı öğrenme güçlüğü olarak sınıflandırılmakta (Denton vd., 2003) ve bu öğrencilerin %90’dan fazlası okuma güçlükleri nedeniyle öğrenme güçlüğü tanısı almaktadır (Kavale ve Reese, 1992).
Görüş, istek ve değerlendirmelerinizi bize iletin.